19 Aralık 2017 Salı

Saint Anger

   It was a rainy night. I was on my balcony, furious about things I've never had. God started to piss on me even more heavily, I turned to heavens and said:

  "Calm your tits, you little fuck!"

   I lighted another cigarette, a big fire came out of my lighter up to my eyes. I got pissed, turned up to heavens again and said:

  "Is this your wrath? Fuck your wrath!"

   I walked back and forth in the balcony, trying to calm my horses. Things shattered.

   I'm about to be 19, I'm a grown man now. My beard is longer than you ever grew! You fucking pussy licking, tit sucking fuck! I'm choking you to death every night in my sleep! Fuck your big nose and your junk car! Fuck everything you have and ever will!

   The time will come when you die. I'll fucking piss everything I drink on your grave. I'll burn your fucking house down. Do not come, cuz if you do, I'll send you to kingdom come.

The War Within 3 - İç Savaş 3

   Recently I was given the opportunity of leaving everything behind and going abroad. Somewhere far away from here, to the places I've never been. Well, I didn't accept it. Because I know that salvation will not come from the lands far away, it'll come from within. Fuck my war within.

  I don't know it's good or bad news but my long gone alter ego has spoken to me today. He whispered: "No worries, darlin'. I got ya."

   If it's good news, he'll take control of my body, get inside my head, break a few hearts, fuck with my brain, take away my solitude and then he'll leave.

   If it's bad news... He'll do all those things anyway and much more, yet he won't leave and I'll cease to exist. He'll wreak havoc on every good part of me.

   At least he will come healing this wounded spirit. Yes, he'll come healing.

   Please, be silent... Can you hear him? He's saying something right now. He whispers...

   "I'm turning tricks, I'm getting fixed.
    I'm back on boogie street."

   Dear Lord, my alter ego is Leonard Cohen!




TURKISH TRANSLATION - TÜRKÇE MEALİ


    Ahiren her şeyi mazide bırakıp yurt dışına çıkma fırsatı sunuldu. Buralardan epey uzağa, hiç gitmediğim diyarlara. Kabul etmedim. Zira bilirim ki kurtuluş uzak diyarlardan değil, içten gelir. Sikeyim içimdeki savaşımı.

   Haberler iyi mi, kötü mü bilemiyorum ama haylidir ortalıklarda gözükmeyen ikinci kişiliğim bugün benimle konuştu. "Endişeye lüzum yok, güzelim. Kurtaracağım." dedi.

   Haberler iyiyse bedenimin kontrolünü ele geçirir, aklıma girer, birkaç kalp kırar, zihnimi darmadağın eder, yalnızlığımı giderir ve çeker gider.

   Haberler kötüyse... Bütün saydıklarımı yine yapar, hatta çok daha fazlasını ancak gitmez, ben yok olurum. Bütün iyi yanlarımı mahveder.

   En azından bu sancılı ruhu gelip iyileştirir. Evet, gelip iyileştirir.

   Rica ediyorum sessizlik... Duyabiliyor musunuz? Şu an bir şeyler söylüyor. Fısıldıyor...

   "Bir dümenler çeviriyorum, iyileşiyorum.
    Döndüm dans sokağına."

   Hassiktir, ikinci kişiliğim Leonard Cohen'muş!

18 Aralık 2017 Pazartesi

Semih

   Semih taşralı bir oğlandı, yaşını göstermezdi zira alnındaki tanrı elinden çıkma çizgiler, ezgileri gibiydi yalnızlığının. Kaşları oğlu sigara içen bir baba gibi dikili dururdu, dudakları anlatacak çok şeyi varmış gibiydi ancak istemezse, işinin en ehli demircinin bilediği bıçak bile açamazdı. Sık sık boğazını temizlerdi, cigarasının kokusu ondan önce gelirdi. Sürekli iş peşinde koşar, birkaç kader arkadaşıyla derme çatma bir gecekonduda yaşardı. Aslına bakarsanız gecekondu bile denilemezdi, her adımda gıcırdar ve sallanır, Semih'in deli yüreğini ağzına getirirdi. Kışları kat kat yorgan ve battaniye altına girer yatardı, uyandığında soğuğu fark edince şiirler yazacak kadar bağlanırdı sırtına batan en büyük düşmanı yatağına, evet düşmanıydı zira onu terk etmezse ne aş, ne cigara, ne de arada bir içtiği otuz beşliği bulabilirdi. Yataktan çıktığındaysa evinin asker yeşili demir dış kapısının yanında olan tek musluğuna gider, kar yağmışsa temizler, dua eder gibi ellerini açıp birleştirir, iki avuç su içer, ardından o buz gibi suyu yüzüne çarpardı. İlk çarpışında yüzüne bıçak darbeleri vuruluyormuş gibi hissetse de sonradan o buz gibi su sıcak gelir, tatlı bir his verirdi. Bunlar iyi günleriydi, kimi zaman evindeki tek su kaynağı olan o emektar musluk donardı. Sabahları iki yudum su içemeden, yüzünü yıkayamadan işe gitmek zorunda kalırdı.

   O esnalarda sanayinin çaycısında çalışıyordu. Neyse ki ayağında sağlam bir botu vardı ve klimalı arabası olan beyaz yakalılar yollardaki karları temizliyordu. Sanayi hayli büyüktü ve küçük kasabaları andıran bu yerde dükkanların adını ezberlemeye çalışıyordu, vakit kış oldu mu bu insanlar çayı eşlerinin koynuna yatmaktan çok seviyordu.

   Paydos vakti yaklaşıyordu, güneş, Anadolu'nun ıssız dağlarının ardına saklanmış, sinsice insanoğlunu dikizliyor gibiydi. Sanki tamamen gözden kaybolmak için bir olayın gerçekleşmesini bekliyordu. Ustası, iki ince belli bardağın birine kaynar su doldurup öbürüne aktardı. Sonra suyu lavaboya bıkkınlıkla boşaltıp çayları doldurdu ve gümüş rengi, yuvarlak, göründüğünden daha hafif tepsiye çayları koydu. Semih'e çayların gideceği dükkânın yerini tarif etti. İki sene evvel maaşının yarısını verdiği kıymetli botlarının artık bir kıymeti kalmamıştı yorgunluktan, ayaklarını süre süre tarif edilen dükkânın yolunu tuttu. Güneş hâlâ dağların ardında saklanıyordu, meraklı gözlerle insanoğlunu izliyordu. Kafasını öne eğdi Semih, botlarının üzerindeki izleri, yıpranmaları gördü. İçlenmeye başlayacaktı ki dükkâna geldiğini fark etti.

   Bu dükkân öbürlerinden farklıydı, en ufak leke göze çarpmayan bembeyaz bir masa, onun üstünde dünya haritası şeklinde bir kalemlik, kalemlikte Kuzey Kutbu ve civarına konulmuş rengârenk kalemler, masanın önünde misafirler için konulmuş iki deri koltuk, koltuklardan birinde beyaz gömleğin üstüne geniş omuzlarını kaplayan pahalı bir mavi ceket, altına siyah bir pantolon ve koltuklarla uyumlu deri ayakkabı giymiş, belli ki yeni tıraş olmuş bir adam otururken, karşısındaki koltuktaysa soğuk umurunda değilmişçesine ruju ve topuklu ayakkabılarıyla uyumlu, dizlerine gelen bir kırmızı elbise giymiş, elmacık kemikleri ben buradayım dercesine çıkık bir kadın oturuyordu. Semih bir delikanlıydı, üstelik en son elini tutan kadın anasıydı. Anasıysa o 13 yaşındayken ölmüştü. Karşısında kırıklarını aldırmış, martı dudaklarını ve uzun sayılabilecek tırnaklarını kırmızıya boyamış ve bununla kalmayıp bir de bacak bacak üstüne atmış bir kadın görünce nutku tutuldu. Sağ eliyle tepsiyi tutuyordu, sol elini yağlı ve yüzünü kapatan saçlarını biraz olsun düzeltmek için kafasına doğru götürmek isterken tepsinin kenarına çarptı. O adi utanç duygusunu gidermek isterken çay bardaklarıyla birlikte yerin dibine girdi. Takım elbiseli adam, kırmızılı kadına erkekliğini göstermeyi zavallı bir oğlanı azarlayarak yapabileceğini düşünüyordu. Semih, diz çöktü ve boynunu büküp yerdeki kırıkları toplarken hayatında işitmediği hakaretler sel oldu, gözlerine doldu. Sırf böylesine güzel bir kadının karşısında ağlamamak için kendini düşman boğazlarcasına sıkıyordu, durumu fark eden adam "Ne o, ağlayacak mısın?" diye sordu ve kahkaha patlattı. Ziyanı yoktu bir itin kahkahasının, ta ki kadın da ona katılana dek. Dişlerini sıktı, tepsinin üstüne doldurduğu cam kırıklarıyla oradan kaçıp gitti.

   Dükkândan çıktığında güneş insanoğlunu dikizlemeyi kesmiş, görünürden tamamen kaybolmuştu. Güneş bile onunla dalga geçiyordu. İnsan denilen varlıksa işte o adam kadar alçalabiliyordu, uçkur uğruna gönül kırmak ne zamandan beri bu kadar kolaydı? Semih'in aklına yıllar evvel bir yaz akşamı parkta otururken tesadüfen tanıştığı, bir daha da görmediği adam geldi. Adamı sevmişti zira kadınlar adamı seviyordu, adam kadınlardan bahsettikçe Semih'in yüzü gitgide gülünç bir hâl almıştı. Adamın neredeyse bütün anlattıklarını zihnine kazımıştı ancak şu sözünü hiçbir zaman unutamadı: "Dünyanın en yakışıklı, en zengin, en zeki veya en bilge adamı da olsan şunu asla unutma ki kadınlar her zaman daha iyisini bulur. O yüzden Namık Kemal 'Biz de bilirdik yâre giderken menekşe yollamasını ama arkadaşlar açtı, yedik menekşe parasını' derken aslında mühim bir ders verir. Dost açken yâre menekşe almak doğup büyüdüğümüz Anadolu toprağına ihanettir."

   O günün gecesi pek hayra alamet değildi. Kafasını yastığa koydu, düşüncelerini bastırmaya çalıştı, olmadı. Nihayetinde dayanamayıp içten içe "Tanrım!" dedi, "Canımı..." Devamı gelmedi, uyku bedbaht benliğini bir kurtarıcı gibi ele geçirdi. Devamı gelmedi çünkü işçiler ölmeyi dileyemeyecek kadar yorgun insanlardı.

The War Within 2 - İç Savaş 2

   Today I wore my navy blue jacket, put on my lovely perfume. My ring was shining all day with the prettiest of all sparkles, reflecting all the cheer in me. I felt good after a long, long time. Well, it was fun while it lasted briefly.

   I had an alter ego that has vanished two months ago. I miss him a lot. He was a prick, a ladies man, a wanderer, a source of inspiration, a fucked up kid and a person that I'd never be friends with now but at least he loved everything he did, even though he was kinda evil. Soberness and solitude are making my hands tremble, especially solitude. He was my only best friend. I can't write as well as I used to. I guess I'll be done with writing soon.

   It's not nice being lonely, having no one to talk in my words. With my alter ego gone, I'm forgetting all the things that I've done. I can't remember my sins, who I've loved or which way to go. I know I can't keep boozing and cursing my breathing, but for god's sake, wouldn't that be perfect?

   Wish I was a cowboy. I'd wear my cowboy hat and ride my horse to the lands I've never seen before. I'd meet a nice country girl, and be an innkeeper. Maybe I'd be the sheriff and my lady would be the sheriff's wife. Or we could be bounty hunters, me and the lady. We'd catch evil men dead or alive and I'd buy pearls for my lady. Well, solitude's making me a romantic fella.

   To make a long story short, I guess I need someone like me to fill the void of my best friend. I need a Lefty as I am the Pancho. With the way things are going, nobody will hear my dying words just like in the lovely Townes Van Zandt song. The song's name is Pancho and Lefty, you can listen to it if you want. It's on Youtube and Spotify. I'll see y'all.



TURKISH TRANSLATION - TÜRKÇE MEALİ



   Bugün lacivert ceketimi giydim, has kokulu parfümümü sıktım. Yüzüğüm en güzel kıvılcımları saçtığı gibi içimdeki neşeyi de yansıtıyordu. Hayli vakit sonra iyi hissettim. Kısa süreli olsa da güzeldi.

   İki ay evvel kaybolan bir ikinci kişiliğim vardı. Özlemiyorum değil. Arızanın tekiydi, mart kedisi, aylak, ilham kaynağı, sorunlu bir velet ve şimdilerde asla arkadaş olmayacağım biriydi ama en azından yaptığı her şeyi severek yapardı, biraz kötü şeyler olsa bile. Ayıklık ve yalnızlık yüzünden ellerim titriyor ahiren, bilhassa yalnızlıktan. Tek ahbabım oydu. Eskisi gibi yazamıyorum zaten. Yakın zamanda yazmayı da bırakırım.

   Yalnızlık, bana ait kelamları edeceğim birinin olmaması zor zanaat. İkinci kişiliğim de olmayınca ne yaptıysam unutmaya başladım. Günahlarımı, kimleri sevdiğimi veya hangi yolda yürüyeceğimi hatırlamıyorum. İçip aldığım nefese lanet etmekle idare edemeyeceğimi de biliyorum ama muhteşem olmaz mıydı?

   Kovboy olmak isterdim. Kovboy şapkamı takıp atıma biner, keşfetmediğim diyarlara giderdim. Hoş bir taşralı kızla tanışır, bir han açardım. Belki şerif olurdum, hanım da şerifin hanımı olurdu. Veya hanımla kelle avcısı olabilirdik. Kötü adamları ölü ya da diri yakalardık, hanıma inciler alırdım. İşte, yalnızlık adamı bozuyor.

   Velhasıl-ı kelam, galiba en yakın arkadaşım ikinci kişiliğimin yerini dolduracak biri lazım. Pancho'yum ya, Lefty lazım. Bu gidişatla müthiş Townes Van Zandt şarkısında olduğu gibi "Kimse son sözlerimi duymayacak." Şarkının adı Pancho and Lefty, dinlemek isterseniz diye. Youtube ve Spotify'da var. Bu gecelik bu kadar.

16 Aralık 2017 Cumartesi

From Me to Jack - Benden Jack'e

   Let's talk about The Highwayman Jack.

   The Highwayman Jack was nearly a kid, he was 17. Yet, his mind was as wise as a 50 years old politician. He robbed all the stores in his town, put fear in hearts of those who forgot to pull the curtains. His lust was for gold that was shiny as his blond hair.

   Innkeeper's daughter he loved. She was a sight to see, believe my words. "You're beautiful as an orphan child's sincere laughter." Jack said to her. She had nothing but fear in her heart for this young and handsome boy.

   One day, the innkeeper wanted to talk to Jack. He came with the hopes of marrying his daughter, only to find disappointment.

   Innkeeper said: "Boy, you put fear in everybody's heart, I know. I'm the only one who isn't scared of you. So, hear my words. Stop being a highwayman, nobody likes punks. Be a man, simple kind of man. You don't need lots of gold to be a man. All you need is to have honor. Maybe then, you can make my daughter Barbara love you. But if you come to see her as a highwayman ever again, I swear I'll send you to kingdom come with the greatest of ease. You got it, boy?"

   Two year passed, Jack did good. First, he turned into a good boy, and then a simple man. He even grew a mustache for the first time. He had a job down at the barbershop. With all goodness in his heart, Jack went to the inn. Found the innkeeper's daughter, fell onto his knees and said:

   "Barbara, I'm just a simple man now. I got a good job, I'm making enough money. I'll take good care of you and all our future kids. Marry me."

   "No." she said. And continued: "You can't make a heart love somebody."

   Jack's sorrow didn't last more than 2 months. He met another young lady and had two kids. He seemed much happier than his golden highwayman times. I guess, after all, a good family is all we need.


   "Simple Man" by Lynyrd Skynyrd. I'll see y'all another time.








Yalancı Siyah

Gece yarısının iştah kaçırdığı dönemlerden birindeydi. Kadınının saçları siyah derdi herkese, yıllar evvel bir Çarşamba akşamı uzun tırnakl...